Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 'M. Tuberculosis' basilinin keşfedildiği gün olan 24 Mart 1882 tarihine ithafen, 1996'dan beri her yıl 24 Mart tarihini 'Dünya Tüberküloz Günü' olarak belirledi ve hastalığa dikkat çekmek üzere etkinlikler düzenlenmesini önerdi. Geçtiğimiz hafta Akciğer Sağlığı ve Yoğun Bakım Derneği (ASYOD) tarafından Antalya'da gerçekleştirilen Ulusal Akciğer Sağlığı Kongresi'nde, açıklamalarda bulunan ASYOD Yönetim Kurulu Üyesi ve Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü, tüberküloz basili taşıyıcısı olan ama hastalık yaşamayan dünyada 2 milyara yakın 'gizli tüberküloz' vakası olduğunu, her yıl bunların arasından 10 milyona yakın aktif tüberküloz hastası çıktığını söyleyerek, gizli tüberküloz kontrol altına alınmadan tüberkülozu yok etmenin mümkün olmadığına işaret etti.
"HASTALIK GİZLİYKEN BULAŞMAZ, AKTİF OLUNCA BULAŞICILIK BAŞLIYOR"
Prof. Dr. Özlü, "Bunlar tüberküloz basilini taşıyor fakat bulaştırıcı değil. Ama basilin hastalık yapmasını kolaylaştıran birtakım faktörler, sonradan hayatınıza girebiliyor. Bunlarla karşılaştığınızda, uyur halde olan, hastalık yapmayan basil, reaktivasyon dediğimiz duruma geçiyor ve çoğalmaya başlayarak hastalık tablosunu oluşturuyor. Biz, basili taşıyan ama şimdiye kadar hiç hasta olmamış kişilere gizli tüberküloz vakası diyoruz. Eğer gizli tüberküloz vakalarının arasından, ileride aktif hastalığa dönüşebilecek olanları önceden bilebilirsek, biz bu kişilerin koruyucu tedavilerle hasta olmalarını önleyebiliriz. Ayrıca gizli tüberküloz vakaları, hastalık meydana geldiğinde basili pek çok kişiye bulaştırma riski de oluşturuyor. Oysa koruyucu tedaviye aldığımızda, bulaşmayı da önlemiş olacağız. Dolayısıyla tüberkülozun toplumda yayılmasını, bulaşmasını ortadan kaldırmış oluyoruz" diye konuştu. Gizli tüberküloz açısından risk gruplarında taramalar yapılıp aktif hasta haline dönüşmesi muhtemel vakalarda, koruyucu tedavilerin bir an önce başlanması gerektiğine de işaret eden Prof. Dr. Özlü, "Günümüzde yeni konsept, gizli tüberkülozu risk grupları için önceden tedavi edip aktif hastalığı önlemek ve böylece (sağlıklı) toplumu da korumak" dedi.
"PANDEMİ DE DE BAĞIŞIKLIK BASKILAYICI TEDAVİLER ÇOK KULLANILDI"
Gizli tüberküloz vakasında hastalığın aktif hale gelmesi için gereken koşulların ise büyük ölçüde "bağışıklık sistemiyleö ilgili olduğunu belirten Prof. Dr. Özlü, şu bilgileri verdi: "Daha çok, kişinin bağışıklık sistemini bozan durumlar olduğunda taşıyıcı olanlar aktif hasta haline geçiyor. Mesela HIV pozitifliği ya da anti-TNF ilaçlar dediğimiz bağışıklığı baskılayan ilaçların kullanımı, kronik böbrek hastalığı tablosu gelişmesi, organ nakli olmak gibi; tüberküloza karşı bizi koruyan, basili sınırlayan, basilin çoğalmasını engelleyen hücresel bağışık sistemini baskılayan bir durum ortaya çıkarsa, o zaman hastalığa dönüşüyor. Son zamanlarda daha çok artmaya başladı, çünkü bağışıklığı baskılayan tedaviler arttı. Bugün pek çok tıp dalında artık bu tedaviler uygulanıyor. Organ nakilleri yapılıyor, ayrıca Covid pandemisinde uzun süreli, yüksek doz kortizon tedavisi alan hastalar oldu. Onun da ötesinde bağışıklık baskılamak için birtakım ilaçlar da kullanıldı (ağır hastalarda). Bunun da belki bir etkisi olmuş olabilir, zaman içinde göreceğiz ama sonuç itibariyle bağışıklık sistemi baskılanmış kişi sayısı arttı toplumumuzda. Bu nedenle de gizli tüberkülozun açığa çıkma riski de artıyor."
"DEPREM FELAKETİ 'AKTİF' HASTALAR AÇISINDAN RİSK OLUŞTURDU"
Deprem felaketinin tüberküloz açısından bazı riskler yaratmış olabileceğine de değinen Prof. Dr. Özlü, sözlerini şöyle noktaladı: "Deprem bölgesi için asıl riski oluşturan, aktif hastalar. Gizli tüberküloz vakaları bulaştırıcı değil çünkü. Ama aktif tüberküloz hastaları için bu risklerin hepsi var ve artmış durumda. Çünkü deprem bölgesinde insan hareketliliği çok oldu, kalabalıklar bir arada, konteyner kentlerde, çadır kentlerde, bir soba yanıyor etrafında çok sayıda kişi yaşamak zorunda vs. Tüberküloz da nefes yoluyla bulaşan bir hastalık olduğu için, hasta bir kişi varsa ondan sağlam bir kişiye bulaşabiliyor. Bütün bu hastalar düzenli olarak tedavi altındaydı, bu nedenle de bulaştırıcılıkları da yoktu. Ama deprem sonrası, kısa bir süreliğine de olsa bu takip sistemi sekteye uğradı. Bakanlık süratle bu sistemi ayağa kaldırdı ve kayıtlı hastalara bir şekilde ulaşılarak ilaçları aksamasın diye gerekenler yapıldı. 1000 civarında böyle aktif tüberküloz hastası ya da koruyucu tedavi alan hasta vardı bölgede, onlara ulaşıldı ve tedavilerine devam edecek şekilde planlamalar yapıldı. Ama ilk günlerde tedavisi aksamış hastalar olabilir, ya da hastalar o bölgeden farklı illere göç ettiler. Bu göçlerin çoğu da bireysel oldu, yani kontrol dışıydı. Hasta gittiği yerde tedavisine devam etmeyebiliyor, ilaçlarını aksatabiliyor. Bu da hem bulaşma açısından, hem de hastanın kendisinde ilaç direnci açısından risk oluşturuyor."