Ankara Üniversitesi'nde patoloji müzesi
Gizem KARADAĞ-Emirhan YÜZÜGÜLDÜ/ANKARA, (DHA)- ANKARA Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı bünyesinde, 1922 yılından itibaren hayvanlarda tümör, enfeksiyon, anomali gibi patolojik bulguların bulunduğu organlar ve bu bulgular sonucu ölen hayvan örneklerinden müze oluşturuldu. Prof. Dr. Sevil Atalay Vural, müzede 700'ün üzerindeki patolojik eserin çeşitli işlemlerden geçirilip, özel solüsyonlarla bugüne kadar korunduğunu söyledi.
Ankara Üniversitesi Patoloji Müzesi'nde, 1922'den itibaren farklı türlerde hayvanların organlarında görülen patolojik değişiklikler sergileniyor. Aralarında çift başlı doğan kuzunun yanı sıra kedi, köpek gibi hayvanlar ile çok farklı türler ve organların olduğu yaklaşık 700 patolojik bulgu, cam kaplarda özel solüsyonlarla korunuyor. Müzede 1922 yılına ait bir oğlakta saptanan tümör de bulunuyor. Müzede ayrıca otopside ve laboratuvar ortamında kullanılan çeşitli aparatlar, ekipmanlar ve sahada kullanılan makro fotoğraf makineleri, saha mikroskopları da sergileniyor. Veteriner Fakültesi'nde eğitim gören öğrencilere uygulamalı ders verilen Patoloji Müzesi, ileriki günlerde ziyarete de açılacak.
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sevil Atalay Vural, patolojik organların saklanması için özel solüsyonlar kullandıklarını söyleyerek, "Bizim kullandığımız 'Hamdi Suat solüsyonu' dediğimiz özel solüsyondur. Tıbbi patolog hocamız Hamdi Suat Aknar, kendisi yurt dışına eğitimlere gidip geldiğinde edindiği tecrübelerle birlikte belirli şeyleri gelecek nesillere aktarmak istemiş. Aktarmak isterken de 'Morfolojide en doğru nasıl saklarım da gelen nesil onu görebilir' deyip sürekli kimyasal ve çeşitli tuzlar karıştırarak, deneyerek en doğru solüsyonu elde etmek adına bir solüsyon hazırlığı girişiminde bulunmuş. Ki bizim bugün kullandığımız da bu hocamızın adıyla anılan 'Hamdi Suat solüsyonu.' Her patolojik organın içerisinde 'Hamdi Suat solüsyonu' var. Biz belirli dönemler bunları temizleriz, solüsyonlarını değiştiririz. Müzemizde 1922 yılına ait olan oğlak tümörünü hiç açmadık. Üzerindeki etiketi dahi ilk saklandığı anda yazılan hali ile duruyor. Çok düzgün kapatılıp, korunması sağlandığı için yeniliğe gerek duymadık. Bizde aynen o haliyle başlıca eser olarak sergi salonumuzda yer alıyor. 1930-40'lı yıllara ait patolojik organlar da yer alıyor. Bunların da kapatma şekilleri, etiketleme modelleri değişikti ve bunları da göstermek adına açmadık. O gün saklanıp hazır hale getirildiği formatında özel bölümümüzde saklayarak, hem müzemizde sergileyip, hem de öğrencilerimize aktarmaya çalışıyoruz" dedi.
'NESİLDEN NESLE AKTARILMASINI SAĞLIYORUZ'
Prof. Dr. Sevil Atalay Vural, müzede mevcut hastalıkları sistem bazında sınıflandırdıklarını ifade ederek, şunları söyledi:
"Eğitim sırasında da öğrenciye hangi sistem anlatılıyorsa ilgili olan patolojik organ varsa gösteriyoruz. Bunların dışında tümörler diye ayrı bir bölümümüz var. Orada da sayı çok fazla olduğu için sistem bazlı değil ama kökenine göre bölerek o tümörleri de kendi içerisinde kategorize ederek sergiledik. Kanatlı hayvanlar olarak da ayrı bir bölümümüz var. Lisans eğitimimiz süresince öğrencilerimize program gereği tür bazında da hayvanlarımız mevcut olduğu için onlar da eradike edilen (hastalığın etkeni ile birlikte yeryüzünden tamamen yok edilmesi), kontrol edilen ve şu an görülen hastalıkların bilgilendirmesini yapıyoruz. Hem insan sağlığına hem de hayvan sağlığına büyük oranda zarar veren hastalıkların makroskobik morfolojik görünümlerinin orijinal hallerinin korunarak sunulması, sergilenmesi ve nesilden nesle aktarılmasını sağlarken, bunları eğitim materyali olarak da kullanıyoruz."
Prof. Dr. Sevil Atalay Vural, müzedeki eserlerin sahip olduğu morfolojik görüntünün özellikle makroskobik değerlendirme aracılığıyla gelen nesillere aktarabilmeyi hedeflediklerini kaydederek, öğrencilerin geçmişten bugüne hastalık silsilesini geniş bir perspektiften bakmalarını sağlamak adına müzeyi geliştirdiklerini belirtti. (DHA)