Aile Mezarı

Uzun seneler sonra, bir köşesinden tutup cümlelerimin, birilerine seslenmek ne heyecanlı ve ne zormuş. “Bu köşede ne yapacak, ne yazacak acaba bu kadın?” dediğinizi duyar gibiyim. Kitaplardan bahsedeceğim bu köşede sizlere. Ama bir kitabı yorumlamak olmayacak benim işim. Onu yaftalamak, hakkında eleştiride bulunmak, yapılmış bir işe methiyeler düzmek değil işim. Ben daha başka yerden değinmek istiyorum kitaplara. Okuduğum kitap bana ne hissettirdi, damağımda nasıl bir tat bıraktı, neleri çağrıştırdı, hayatıma nasıl bir renk kattı?.. Bu köşede bulacaklarınız okuduğum kitabın bana kattıkları olacak kısaca. Kabul ediyorum, zor bir işe el attım ama, kitap yorumlamak yorumcuların işi. Benim işim hissiyat, benim işim duygular… Hazırsanız benimle bu dansı yapmaya, buyurun adımımızı atalım ilk kitabımıza…

Bir kitabı okumaya başladığımda, pek çok okur gibi benim de en büyük korkum çok fazla karakterle tanışmaktır. Özellikle 21. yüzyılın hızı ve karmaşası içinde karakterler aniden silikleşip, yok olabiliyorlar tahayyülümüzden. Karakterler fazla olunca da haliyle kim kimdir, nasıl bir kişiliğe sahiptir, kiminle ilişkisi vardır bazen karıştırabiliyorum. Fakat Herkül Millas, bu korkumun kokusunu almışçasına ilk sayfalarda kılavuz gibi bir aile şemasıyla “merhaba” dedi bana. Bu tatlı sürprizle başlarken kitaba, sonuna geldiğimde, “hiç gerek yokmuş korkmaya” diyebilmeme sebep olan karakter devamlılığına bir şapka çıkarmayı borç bilirim, ayrıca.

1950’lerin sonundan 1990’ların sonuna doğru uzanan bir ailenin oldukça sade ve naif dille kaleme alınmış hikayesine konuk oldum. Kitap, benim çok fazla şeyi sorgulamama sebep oldu. Mesela, azınlık olmanın yarattığı dipteki korku ve aidiyet hissinin bizler için ne kadar farkında olmasak da önemli olduğu… ‘Nereye gidersen git, bir yere ait hissedememek’, ‘vatan, memleket, ülke kavramları’, ‘ev neresi, vatan neresi’, ‘kendi kimliğini bulamamak’, bir yerde ‘kökleri olmamak’ soruları dolaşıp durdu kafamda.

Bazı satırları okurken “Neden insanlar, başka milletten, başka dinden, başka görüşten insanlara çıkarları için her şeyi yapmayı hak bulur kendisinde?” diye düşündüm. Bir köpek ve kedi bile dostça geçinirken, gerçekten en yırtıcı hayvan mıdır insan?
İşte böyleyim ben…

Bir kitap okurken, o kitap beni düşünmeye sevk ediyorsa, değmesin kimse keyfime. O zaman parmak uçlarımızda ilerleyelim kitabın içine doğru.
Adonis’in bir aile mezarı istemesi ve bunu ailesine kabul ettirmeye çalışması üzerinden ilerleyen romanda, sık sık ‘Lenin’ ve ‘Varoluşçuluk’tan bahsedildiğini görüyoruz. Adonis sık sık aile mezarı istemesinden söz ederken “Mezar var olduğumuzun kanıtıdır. Bütünüyle tesadüfi bir şey olmadığımızı gösterir” derken, var olmanın kendisi için önemini vurgular, aslında.
Azınlıklar için önem taşıyan “Ben buradaydım, biz buradaydık” düsturunu onlar adına anlayabilsem de Adonis’in oğullarından Ahileas gibi düşünürken buldum kendimi, sık sık.

“Şahsen öldüğümde, bir mezarım olsa ya da olmasa ne fark eder, hem nerede öleceğimi kim bilir?” diye düşünürken aklıma gelen ve kime ait olduğunu hatırlayamadığım, ‘Ölüm değil korkum, tek korkum unutulmak’ dizeleri de aslında iz bırakmanın birçoğumuz için ne kadar önemli olduğunu anlatıyor.
Beni içine çekip bunca soruyla baş başa bırakan kitabın sonunda herkes giriyor mu o mezara? Adonis isteğine kavuşuyor mu? Bir aile mezarı oluyor mu? Bunlar kitabı okuyup cevabını bulacağınız sorular. Bana çokça soru ve bir dolu düşünce bırakan bu kitap, heybeme de yeni bir ton bilgi bıraktı. Kitabın bana kazandırdıklarıyla kapatırken yazımı, sizlere de kitaptan bir alıntıyla “hoşça kalın” demek isterim.

“Vatan ne taşınabilir bir şeydir ne de yeniden kurulabilir. Belki de mezar da öyledir.”
Doğan Kitap
Herkül Millas
Aile Mezarı – 176 sayfa