Milli Mücadele'de cepheye koşan at: Karayel
Sakarya Muharebesi’nden düşmanın yurttan atılmasına kadarki süreçte Milli Mücadele’ye katılan bir atın öyküsünü tarihi gerçeklere dayanarak anlatan Ömür Kurt, “Cepheye Koşan At, Tekalif-i Milliye Emirleriyle orduya bağışlanan bir atın hikayesini anlatıyor. Kırıkkale’nin Bedesten köyünden orduya verilen Karayel maalesef pek çok olayla karşı karşıya geliyor ve cephede yaralanıyor. Sahibi Mangal Dağı’nda şehit oluyor. Atlar çok hisli hayvanlardır, sahibinin ondan ayrıldığını hissedince gözlerinden yaş geliyor. Nitekim Büyük Taarruz’a yaklaşık 100 bin at katılmış ve pek çoğu maalesef savaş sırasında ölmüş, pek çoğu da yaralanmış. Dolayısıyla bizim onlara bir minnet borcumuz var, bunu anlatmamız lazımdı” dedi.
İstanbul’da bir otelde gerçekleşen söyleşide Gazeteci Yazar Ömür Kurt kaleme aldığı ‘Cephe’ye Koşan At’ isimli kitabını tanıttı. Kitabı ilk okuyan kişilerden biri olan Veteriner Hekim ve Tarih Araştırmacısı Erol Kabil’in de konuşmacı olarak yer aldığı söyleşiye Prof. Dr. Uğur Batı ve çok sayıda davetli katıldı.
KURT: DUVAR RESİMLERİNDEKİ ATLARIN GÖZLERİNDEN ÇOK ETKİLENDİM
Kitabın ortaya çıkış hikayesini anlatan Ömür Kurt, “Yaklaşık 5 yıl önce Anıtkabir Kurtuluş Savaşı Müzesi’ni gezerken duvar resimlerindeki atların gözlerinden çok etkilendim. Kurtuluş Savaşı’na katılan hayvanların hikayesinin hiç anlatılmadığını fark ettim. Bunun üzerine ‘biz bu ulvi canlıların hikayesini anlatmalıyız’ diye düşündüm. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün önemli bir sözünü okudum. Şöyle söylüyordu; ‘Efendiler atlarınıza iyi bakınız. Kurtuluş Savaşı’mızın kazanılmasında bu ulvi canlıların çok büyük bir katkısı olmuştur.’ Bu gerçekten çok etkileyici bir sözdü. Nitekim Büyük Taarruz’a yaklaşık 100 bin at katılmış ve pek çoğu maalesef savaş sırasında ölmüş, pek çoğu da yaralanmış. Yaralananlar çok zor iyileştirilebilmiş, bazıları da maalesef iyileştirilememiş. Dolayısıyla bizim onlara bir minnet borcumuz var, bunu anlatmamız lazımdı” dedi.
"ATIMIZ SAVAŞ, BARIŞ, KAVGA, DÖVÜŞ, HASTANE VE AMELİYATLAR GİBİ O KADAR ÇOK ŞEYE ŞAHİT OLUYOR Kİ"
Kitabın ana karakterlerinden biri olan Karayel’den ve yaşadıklarından bahseden Kurt, şunları ekledi:
“Cepheye Koşan At, Tekalif-i Milliye Emirleriyle orduya bağışlanan bir atın hikayesini anlatıyor. Kırıkkale’nin Bedesten köyünden orduya verilen Karayel maalesef pek çok olayla karşı karşıya geliyor ve cephede yaralanıyor. Bir sahibi var, Mangal Dağı’nda şehit oluyor ve oraya gömülüyor. Atlar çok hisli hayvanlar ancak biz bunu pek gözlemlemeyiz, etrafımızda eskisi gibi çok fazla at yok. Sahibinin ondan ayrıldığını hissedince gözlerinden yaş geliyor. Bu pek çok hayvanda da gözlemlediğimiz bir durumdur. Atımız savaş, barış, kavga, dövüş, hastane ve ameliyatlar gibi o kadar çok şeye şahit oluyor ki. O şartlarda İstanbul Baytar Mektebi öğrencileri Anadolu’ya geçip at ameliyatları gerçekleştiriyor. Bir at nasıl iyileştirilebilir diye otopsiler yapıyorlar. Serum ve aynı zamanda ilaç yetersizliğinden maalesef ki pek çok atı kaybediyoruz. Çünkü o yıllarda bıcılgan, ruam ve sığır vebası hastalıkları kol geziyor. Bir taraftan yurdu saran düşmanlarla boğuşurken öte yandan bu hastalıklarla boğuşuyoruz. İnsanlar da sıtma hastalığı ile boğuşuyor. Özellikle Ankara Taşhan’da kurulan bir laboratuvarda Naki Akerman o yıllarda sığır vebası için serum üretmeye çalışıyor. Bu çok büyük bir mücadele, yani savaşın ortasında serum üretmeye çalışmak bir bilimsel çalışma ve mucizedir. İlaç yokluğundan baytarlarımız kaynamış tereyağına kül katarak onu bir merhem haline getiriyorlar ve at yaralarına sürüyorlar. Sonrasında da ardıç katranıyla orayı sararak atları iyileştirmeye çalışıyorlar.”
“ANA KARAKTERİMİZ İYİLEŞİP BÜYÜK TAARRUZ’A DA KATILIYOR”
Karayel’in savaşların bir tanesinde yaralandığını ve hayvan hastanesinde ameliyat edildiğini söyleyen Kurt, “Bu ameliyat sürecinde ameliyatların detayını anlatmak gerekiyordu, buna yer vermeye çalıştım. Özellikle o yollarda kullanılan malzemeler çok kısıtlı olduğu için yapılan ameliyatlar da maalesef biraz acı verici. Bizim ana karakterimiz sonrasında iyileşip Büyük Taarruz’a da katılıyor. Dolayısıyla hem savaş ortasında hem dirlik hem de kavga zamanlarında neler yaşandığını da yakından izliyor. Yani biz aslında bu hikayeyi anlatırken öte yandan Kurtuluş Savaşı’nın arka planında neler olup bittiğini de öğreniyoruz. Örneğin Yunanlılar savaş sonrasında ülkeden kaçarken her yeri yakarak geçiyorlar. Manisa, Aydın, Kütahya, Afyon ve Uşak neredeyse tamamen yanıyor. Evler de ahşap olduğu için özellikle samanlıkları yakıp hayvanlarla birlikte insanları öldürüyorlar. Bu çok büyük bir zulüm ve katliam. Onlar kaçarken öte yandan bizim atlılarımız onların izini sürüyor ve onları İzmir’de denize dökene kadar devam ediyorlar. Onlar geri çekilirken de dolayısıyla yeni çatışmalar gerçekleşiyor. Biz sanıyoruz ki bir kerede Yunanlılar bozguna uğradı ve hemen ülkeden kaçtılar, öyle bir şey yok. Her durdukları yerde yeniden cephe kurmaya yeniden bizimkilerle savaşmaya çalışıyorlar. Ama en dramatik olan olay şu; biz Kurtuluş Savaşı anlatımlarımızda çok büyük bir kahramanlık vurgusu yaparız. Elbette kahramanlık ama bu anlatım eksik çünkü biz çok büyük bir katliama uğramışız. O kadar büyük bir katliam ki sadece insanlarımız öldürülmemiş aynı zamanda hayvanlarımızın da alnına kurşun sıkılmış” diye konuştu.
“TEK BAŞIMIZA KAZANDIĞIMIZ BİZ SAVAŞ DEĞİL”
O yıllarda özellikle atların çok önemli olduğunu söyleyen Kurt, “Anadolu’nun yolu, izi yok. Atlarla ve kağnılarla savaşmak zorundasınız. Dolayısıyla eğer atlar ve kağnılar olmasaydı cepheye hiçbir şekilde erzak ve silah taşınamayacak ve mücadele edilemeyecekti. Özellikle Büyük Taarruz süvari atlıları sayesinde kazanılmış bir savaştır. Bu nedenle çok önemlidir. Öte yandan en son teknoloji alet ve edevatlarla donatılmış olan Yunan Ordusu Ankara’nın bozkırında özellikle yağmur yağdığında kamyonları çamura saplanmış ve hiçbir şekilde hareket edememişler. Ama biz atlarımız, eşeklerimiz, öküzlerimiz, mandalarımız sayesinde hareket edebildik. O yıllarda ulusal ve uluslararası basında özellikle Milli Mücadele Karşıtı olan bütün yayınlarda ‘kağnı kamyonu yenecek değil ya’ diye yorumlar çıkarken kağnı kamyonu yendi. Ben kitabın her çevreden okur tarafından ilgi görmesini diliyorum. Çünkü şimdiye dek Kurtuluş Savaşı’mızla ilgili atların ve hayvanların büyük mücadelesini anlatmadık, anlatmamız gerekiyor. Çünkü savaş tek başımıza kazandığımız biz savaş değil” dedi.
KABİL: BU HİKAYEYİ BİR ATIN GÖZÜNDEN BAŞTAN SONA KADAR OKUMA ŞANSINA ERİŞECEKLER
Kitabı ilk okuyan kişilerden biri olan Veteriner Hekim ve Tarih Araştırmacısı Erol Kabil de şunları söyledi:
“Kitabın hikayesi tamamen Milli Mücadele’de veteriner hekimlerin mücadelesini senaryo olarak almış, orijinal isimleri kullanılarak hikayeleştirilmiş. Bu açıdan ülkemizde ilk kitaplardan biri. Kitabı okuduğumda sanki cephedeki olayları yaşıyormuş hissi veriyor. Son derece akıcı ve olayları düzgün hikaye eden bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çok bilinmese de Milli Mücadele’de hayvanların çok büyük bir önemi var. Kitabın önsözünde belirtildiği gibi biz Milli Mücadele’yi büyük oranda hayvanlarımızla kazandık. Bu açıdan kitap çok önemli. Mustafa Kemal Paşa, Süvari birliğimizi 1 yıl boyunca Sakarya Savaşı’na hazırladı, nalbant okulları kurdu, İstanbul’dan veteriner hekimleri getirdi, 1 yıl boyunca süvarileri yetiştirdi. Bu hazırlıklar yapıldıktan sonra Büyük Taarruz’da Afyon’un güneyinden Yunan birliklerini ikiye bölen süvari birliklerimiz oldu. Kitabı okuyanlar bu hikayeyi bir atın gözünden baştan sona kadar okuma şansına erişecekler. Ben çok beğendim.”