'Uzaklaştırma kararlarında eşe uygun barınma imkanı sağlanmalı'
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) Başkanı Süleyman Arslan, "Yalnızca şiddete uğrayan kişinin değil şiddet uygulayan kişinin onuru da gözetilmeli, şiddet uygulayan için alınan tedbir kararları da insan onuruna yaraşır şekilde yerine getirilmeli. Özellikle nikahlı eşlerin uzaklaştırılmasına dair kararlarda eşe uygun barınma imkanları sağlanmalıdır" dedi.
TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu'nda sunum yapan TİHEK Başkanı Süleyman Arslan, kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin görüş, katkı ve önerilerini anlattı. TİHEK Başkanı Arslan, evlilik oranları azalırken, boşanma ve nikahsız birlikteliklerin arttığını söyleyerek, evlilik dışı ilişkilerde kadının daha fazla riske açık hale geldiğini belirtti. Arslan, evlenmeksizin birlikte yaşamanın, toplumsal değerlerle bağdaşmadığını, kadına şiddete ve farklı şekilde mağduriyetine neden olabildiğini söyledi. Arslan, "Bu durum kadın ve çocuk hakkı ihlalleri öncelikli olmak üzere birçok sosyal ve psikolojik problemleri de beraberinde getirmektedir. Meydana getirdikleri etkiler bakımından evli bir birey hakkında verilen evden uzaklaştırma kararı ile nikahsız birlikte yaşayan bireylerden biri hakkında verilen uzaklaştırma kararlarının farklılık arz ettiği gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Evli bireyler arasındaki şiddeti önlemeye yönelik alınacak tedbirlerle nikahsız beraberliklere uygulanacak tedbirlerin farklı düzenlenmesinin şiddeti arttırmak veya eksiltmek konusunda etkili olabileceği değerlendirilmeli, farklı tedbirler düşünülmelidir" diye konuştu.
'UZAKLAŞTIRMA YERİNE KONUK ETME TEDBİRİ'
TİHEK Başkanı Arslan, farklı tedbirlere ilişkin, "Yalnızca şiddete uğrayan veya uğraması muhtemel kişinin değil şiddet uygulayan veya uygulaması ihtimali bulunan kişinin onuru da gözetilmeli, şiddet uygulayan için alınan tedbir kararları da insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirilmeli. Özellikle nikahlı eşlerin uzaklaştırılmasına dair kararlarda eşe uygun barınma imkanları sağlanmalıdır. Aksine uygulamaların şikayet edilen kişiye karşı bir ayrımcılık ve insan hakları ihlali olabilme ihtimali ve kadına yönelik şiddet üretme potansiyeli olduğu gibi geçici ufak ihtilafların aile parçalanmasına dönüşebilme olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Henüz hakkında kesinleşen bir hüküm bulunmayan, belki de iftiraya uğrayan kişiler hakkında uzaklaştırma kararı verilirken nerede barınacakları da düşünülmeli, uzaklaştırma yerine konuk etme tedbiri düzenlenmelidir" dedi.
'MİRASTAN MAHRUM BIRAKILMAK EKONOMİK ŞİDDETTİR'
'Kadına yönelik şiddet' veya 'erkeğe yönelik şiddet' tanımlamalarıyla kadın veya erkekler arasında düşmanlık oluşturulmaması gerektiğini savunan Arslan, şöyle konuştu:
"Ailelerin parçalanmasına yol açılmamalı, cinsiyet ayrımcılığı tırmandırılmamalıdır. Bilakis kadın ve erkeklerin birbirini destekleyerek yüceltmesini, güçlendirmesini, şiddetin yerini sevgi, muhabbet ve merhametin doldurmasını sağlayacak politikalar geliştirilmelidir. Erkeğin kadına yönelik şiddeti de kadının erkeğe yönelik şiddeti de erkeğin erkeğe yönelik şiddeti de kadının kadına yönelik şiddeti de kabul edilemez. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetle mücadelenin ön planda tutulduğu bir durumda evde bulunan yetişkin erkek ve çocukların geride kalması idarenin cinsiyet ayrımcılığı yaptığı sonucuna götürebileceği gibi ev içinde bulunan yaşlı bireyler hakkında ayrı bir düzenleme ve eylem planı yapılmaması halinde de yaşlılara yönelik ayrımcılık yapıldığı sonucunu doğurabilecektir. Ebeveynin mirastan mahrum bırakılması ebeveyne yönelik ekonomik şiddettir. Bu sebeple güçlü ve mutlu aileyi amaçlayan değerlerimizin ve ailenin diğer bireylerinin dikkate alınmaması aile içi şiddetin ve kadına yönelik şiddetin artmasında önemli bir etkendir."
'SADAKATSİZLİK ÇOK YÖNLÜ İNSAN HAKLARI İHLALİDİR'
Başkan Arslan, Anayasa'daki eşitlik ilkesine aykırı düşmeyecek şekilde, yeni zina düzenlemesine Türk Ceza Kanunu’nda yer verilmesi gerektiğini belirterek, şöyle devam etti:
"Anayasa Mahkemesi zinayı suç olmaktan çıkarmamıştır. TBMM yasama görevini ihmal etmektedir. Bu durum Anayasa'nın 'Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları' başlıklı 41'inci maddesine aykırıdır. Sadakatsizlik bir hak değil çok yönlü bir insan hakları ihlalidir. Aldatan eşlerin yanında, aldatan üçüncü kişiler hakkında da maddi ve manevi yaptırımlara hükmedilmesi için gerekli kanuni ve idari düzenlemeler yapılmalıdır. Zira zina kadına yönelik şiddetin önemli bir sebebini oluşturduğu gibi diğer eş ve çocuklar açısından da psikolojik şiddet başta olmak üzere farklı şiddet türlerine zemin oluşturmaktadır. Bu konudaki Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı olumsuz etkiler doğuruyor. Ailenin korunması için özgürlük ve kamu ahlakı dengesi kurulmalıdır. Özgürlükler sınırsız değildir. Sınırsız özgürlük anlayışı aileyi tehdit eden en önemli hususlardan biridir."
'AİLE KURUMU RATİNG MALZEMESİ OLMAMALI'
Süleyman Arslan, toplumsal yaşamda ve yayın hayatında haya, iffet, sadakat gibi değerlere, mahremiyet ve özel yaşama saygı hakkına sahip çıkılması gerektiğini vurgulayarak, "Yayınlarda aileyi ve mutlu evlilikleri özendiren sahneler mecbur tutulmalıdır. Kadın ve erkek birbirinin rakibi değil birbirinin yardımcısı ve tamamlayıcısıdır. Bu anlayışı kuvvetlendirecek yayınlara ve müfredata ağırlık verilmelidir. Kadın ve erkek rekabetine zemin hazırlamak yerine kendi medeniyetimizin değerlerini de dikkate alarak nikahlı, dayanışmalı, karşılıklı sevgi, saygı, dayanışma, koruma gibi değerleri öne çıkarılan evlilik örnekleri öne çıkarılmalı, bu yönde yayınlar artırılmalıdır. Özel hayata ilişkin evlilik dışı ilişkilerin ifşa edilmesi engellenmeli, aile kurumunu bir rating malzemesi haline getiren TV programlarının önüne geçilmelidir. Nitekim, bu programlar dolayısıyla sonrasında henüz suçu sabit olmayan yetişkin erkek ve kadınların şiddete maruz kaldığı, kız veya erkek çocukların kişilik haklarının zarara uğradığı görülmektedir" dedi.
'SÜRESİZ NAFAKA ADİL DEĞİL'
Arslan, aile içi şiddetin önlenmesi için yargı süreçlerinin hızlandırılması gerektiğini de dile getirip, "Günümüzde, boşanma oranlarında görülen hızlı artış ve buna bağlı olarak gelişen stres ve şiddet olaylarındaki yükseliş; öncelikle evlilik birliğinin devamına, ardından da ayrılık durumunda uzlaşı mekanizmalarına olan ihtiyacı artırmış durumdadır. Eşler arasında eşitlik düzenlemesi ile hukukta çelişki ve boşluklar doğdu. Yükümlülükler de eşit dağıtılmalı veya dar yorumlanmalı. Süresiz nafaka adil değil. Erkeklerin üzerine sosyal devlet yükümlülüğü yüklenmiş durumda. Süresiz nafaka, ikinci eş çalışan olsun veya olmasın ikinci eşe karşı da ekonomik şiddettir ve şiddetin önemli bir nedenidir. Boşanmanın çocuklara etkisi konusunda eşler bilgilendirilmeli, çocuğu metalaştıran ve travma yaşatan, şiddete neden olan çocuk haczi uygulamasına son verilmeli, 'ortak velayet' sistemi geliştirilmelidir" diye konuştu.
'ERKEN YAŞ EVLİLİĞİ TANIMLANMALI'
TİHEK Başkanı Arslan, gençlerin cinsellik hakkı savunulurken dini hassasiyetleri olan gençlerin de gözetilmesi gerektiğini kaydederek, "Akran cinselliği adı altında nikahsız birliktelikler teşvik edilirken ve 15 yaşında nikahsız cinsel ilişkiler yasal iken nikahlı birlikteliklerin suç olması insan hakları ve eşitlik ilkesine aykırıdır. İnanç ve medeni hal temelli ayrımcılıktır. Erken yaşta evlilik ile zorla evlilik birbirinden farklıdır. Zorla evlilik hangi yaşta olursa olsun suçtur. Erken yaşta evlilik ise yaşa göre hukuki niteliğini değiştirir. Bu nedenle erken yaşta evlilik tanımlanmalı ve hangi yaş aralığını kapsadığı belirtilmelidir. Cinsel istismar suçu ile erken evlilik suçu ayrıştırılmalı, erken evlilik suçu ayrıca değerlendirilmelidir" dedi.