Uludağ Ekonomi Zirvesi'nde ikinci gün
Türkiye'nin önemli ekonomi buluşması 'Uludağ Ekonomi Zirvesi'nin 7'ncisi Uludağ'da devam ediyor.

Capital ve Ekonomist dergileri tarafından bu yıl 7'ncisi düzenlenen, CNN Türk, Hürriyet Gazetesi ve Doğan Haber Ajansı'nın medya ortağı olduğu Uludağ Ekonomi Zirvesi, Grand Yazıcı Otel'de 'Gelecek' ana teması ile gerçekleşiyor. Bugün sona erecek Uludağ Ekonomi Zirvesi, Türkiye'den ve dünyadan 1200'e yakın katılımcıyı ağırlıyor. Zirvede sanayiden ticarete, üretimden perakendeye, finanstan eğitime pek çok sektörün nabzı tutuluyor.
GAYRİMENKULUN GELECEĞİ
Uludağ Ekonomi Zirvesi’nin ikinci gününde ilk oturum ‘Gayrimenkulün Geleceği’ başlığı ile yapıldı. Akkök Holding İcra Kurulu Başkanı Ahmet Dördüncü moderatörlüğündeki oturumda Torunlar GYO Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Aziz Torun, DKY İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Ali Dumankaya, GYODER Yönetim Kurulu Başkanı Doç Dr. Feyzullah Yetgin, NEF İcra Kurulu Başkanı Erden Timur ve DAP Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Yılmaz konuştu.
'SEKTÖRÜN EN ZAYIF KARNI FİNANSMAN MODELLERİ'
Torunlar GYO Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Aziz Torun, gayrimenkul sektörü kavramının değiştiğini belirterek, konut, ofis, AVM, otel, sağlık merkezi, eğitim merkezleri, köprüler, havalimanları, metrolar ve yolların 'gayrimenkul' kavramı içine girdiğini kaydetti. Sektörün 200’e varan yan sektörü beslediğini ve 2 milyona yakın istihdam sağladığını söyleyen Torun, sektörün kurumsallaşması gerektiğini belirterek, sadece satıp yapan sektör değil, burayı geliştirerek uzun vadeli yatırımların yapıldığı sektör olarak kıymetli eserler çıkabileceğini vurguladı. Sektörün finansman bulması gerektiğini kaydeden Torun, “Proje geliştirmek uzun zaman alıyor. En az 2 yıl sürüyor. Fizilibilite, ruhsatlar alınması, inşaata başlanması 4 yıl. Bu kadar uzun vadeli olunca satışı, kiralanmasını çok kısa zamanda bekliyoruz. Sektörün en zayıf karnı finansman modelleri. Satarak yapmak üzerine yola çıkıyoruz. AVM, otelde olmasa da konut ve ofiste ağırlık böyle. Bundan sonra en büyük tehdit finansman maliyetlerinin yüksek olması. Çok daha finansmanın pahalı olduğu döneme giriyoruz. 7-8 sene paranın bol olduğu dönem yaşadık. Bundan sonra kolay olmayacağını dikkate aldığımızda yeni finansman modellerine ihtiyaç var. Bu da gayrimenkul yatırım ortaklığı şeklinde sermaye piyasası ortaklıkları olması gerekiyor. Güçlü ortaklıklar kurulması gerekiyor. Yabancı ortaklıklar olması gerekiyor. Teşebbüste güçlüyüz, emek var ancak sermaye geldiğinde sıkıntı yaşıyoruz. Uzun vadeli sermayeye ihtiyaç duyuluyor” dedi.
BANKALARIN KREDİ VERMESİ İLE CİDDİ İVME ALDI
DKY İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Ali Dumankaya ise gayrimenkul sektörünün lokomotif olduğunu belirterek, Türkiye’nin büyümesine bağlı olarak sektörün de büyüdüğünü kaydetti. Biraz parası olanın sektöre bir yerden girmek istediğini söyleyen Dumankaya, “Bu doğal bir süreç. Her zaman net pozisyon almak gerekiyor. Gayrimenkul sektörü hayatımızın parçası. 2004’ten sonra bankaların konut kredileri vermesinden itibaren ciddi ivme aldı. Geçişte kooperatiflerle yürüyen 100-300 dairelik üreten sektör; bin, 5 bin konutlu çeşitli projeler yapmaya başlıyor” diye konuştu.
REKOR YIL OLDU
Geçen yıl 1 milyon 400 bin konut satıldığını ve 650 binin birinci el konutta gerçekleştiğini söyleyen Dumankaya, “Banka faiz oranları yükselmesine rağmen 2017 rekor yılı. Her yıl rekor beklemek haksızlık olur. Ocak ve Şubat aylarında küçük azalış var. TÜİK verilerine göre 600 bin kişi her yıl evleniyor, 125 bin kişi boşanıyor. Herkes ayrı evlere çıkıyor. 125 bin kişi ülkeye giriş yapıyor. İlk el konut ihtiyacı 800 bin. Bizim karşılayabildiğimiz 650 bin bandına oturmuş durumda. Yıllık, 200 bin açık var. 5 yıllık hedefte 4 milyon hedef koyuldu ve 1 milyon konut üretememişiz. Finansman üretmek için orta ve alt gelir grubuna üretemiyoruz. Buna çözüm üretmemiz gerekiyor. Burada farklı davranmak lazım. Katma değer üretecek konut kredi faizlerinin gelir vergisinden mahsubu gibi… 1 milyon insana verebilirsek hayırlı, bereketli iş yapmış olunuz. Formüller üretmemiz lazım” dedi.
'KENDİMİZE İHANET EDİYORUZ'
Kentsel dönüşümün gayrimenkul sektörünün olmazsa olmazı olduğunu belirten Dumankaya, “Apartman yıkıp, apartman yaparak kentsel dönüşüm yapmamalıyız. Kendimize ihanet ediyoruz. Aynı meydan, aynı park yoğunluk artıyor. Master plan ile makro ölçekte bakmamız lazım. Çok büyük yanlış yapıyoruz. Kentsel dönüşüm için gayrimenkul sertifikası, fonları değerlendirmemiz lazım. Her şey bitmeden kentsel dönüşümün başlatılmaması lazım. Beklenti yönetimi çok önemli, alan bazlı olmalı. Finansmana erişim sağlanmalı” diye konuştu.
'KALİTE VE TASARIMDA İLERDEYİZ'
NEF İcra Kurulu Başkanı Erden Timur, Türkiye’nin ABD’den sonra konut satışında ikinci sırada geldiğini söyledi. Türkiye’nin gayrimenkul sektöründe kalite ve tasarımı konusunda çok ilerde olduğunu ifade eden Timur, “Yeni nesil yaşam konusunda çok gelişim yok. Gayrimenkul ürünü 600 yıldır hiç değişmemiş. Odalı ve salonlu ürün var” dedi.
'ROBOTİK GELİŞME YAŞANABİLİR'
Gayrimenkulün bir yerlerde üretilip, yerinde birleştirilebilse lokallik sorunun aşılabileceğini vurgulayan Timur, Avrupa’da daha fazla kesime üretim konusunda bu şekilde sorunun aşılabileceğini kaydetti. Dünyada bunun örneklerinin yapılmaya başladığını belirten Timur, “Robotik gelişme yaşanabilir. Sonuçta 30’a 60 seramik yapıştıracak. Şimdi Hollanda’da 3D ev yapmaya başlıyoruz. 4'üncü Sanayi Devrimi yardıma yetişti. Bununla trene binebiliriz” diye konuştu.
DİKEY YAPILAŞMA
Gayrimenkul sektörünün ihracat içerisine alınabileceğini söyleyen Timur, yüzde 80’inin yurt içinden sağlanarak, en fazla katkı sağlayan sektörlerden olduğunu kaydetti. Kentsel dönüşüm ile ilgili değerlendirmelerde de bulunan Timur, master plan ile bunun gerçekleşmesi gerektiğini söyledi. Yeşil alanın artırılması anlamında dikey yapılaşma gerektiğini ifade eden Timur, “Dikey yeşilleşmeye gidiyor. İstanbul’un en önemli mevcut yeşili koruması. Mevcudun içinde dikey yeşil ile kurtarabiliriz” dedi.
'YABANCI YATIRIMCI GELMİYOR'
GYODER Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Feyzullah Yetkin, dünyadaki getiri oranlarına bakıldığında Türkiye’de getirinin çok yüksek olduğunu belirterek, müktesep hak olmadığı için yabancıların tercih nedenleri arasında yer almadığını söyledi. Geçen sene 30 Eylül’de sona eren çok önemli teşvikler verildiğini hatırlatan Yetkin, “1 milyon dolarlık rakam yüksek. Biz önümüzdeki dönemde de devam etmesini istiyoruz. Lokomotif sektörün istihdam ile birlikte 2023 ve 2071 hedefleri içerisinde önemli sorumlulukları var” diye konuştu.
'İHRACAT MANTIĞI İLE TEŞVİKLER BEKLİYORUZ'
Gayrimenkul sektöründe 5 milyar dolara yakın alım yapıldığını söyleyen Yetkin, “İhracat mantığı ile biraz teşvikler bekliyoruz. En büyük meselemiz belirtildiği gibi petrol, yer altı zenginliğimiz olmadığı için turizme ve yabancı yatırımcıya satışa odaklanmamız gerekiyor. İşin özü üretimdir. Katma değerli üretim yapıp, ihraç etmektir. Gayrimenkulde hizip noktası olsa da çapraz noktaya müsait. Trabzon, Yalova, Akdeniz Bölgesi'nde birkaç ay geçirip harcama yapıyorlar. Sektörde rakamsal revizyon yapılması gerekiyor. Gayrimenkulün büyümeye teşvik eden sanayi olduğunu göz ardı etmemek gerekir” dedi.
AKILLI VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTLER
Gayrimenkul sektörü ve Türkiye’nin deprem gerçeği ve riski bulunduğunu vurgulayan Yetkin, “Bir an önce 7,5 milyon konutu dönüştürmemiz gerekiyor. Akıllı ve sürdürülebilir kentler diyerek ekliyorum. Biz artık 7,5 milyon konutun, 1999 depreminden önce en az yarısı riskli diyoruz. Avrupa birçok ülkede pejmürde eski yapılar görüyorum. Biz onlardan zengin değiliz. Kalıcı, estetik yeni şehirler oluşturmamız gerekiyor” diye konuştu.
'DEVLET OLARAK TANITIM YAPMALIYIZ'
DAP Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Yılmaz sektörün ciddi potansiyeli olduğunu ancak toplum, ülke ve sektör olarak değerlendirilemediğini söyledi. Coğrafyanın yeterince pazarlanamadığını vurgulayan Yılmaz, “TOKİ gibi Emlak Konut gibi sektörde kurumsallaşmış, üretici olan kurumlarla bir araya gelebilsek ve bizden potansiyel olabilecek ülkelerde fon oluşturup tanıtabilsek, koyları, Boğaz'ı, coğrafyayı, yaşamı, kültürü ve dokuyu sunabilsek turizm ve konut satışını patlatırız. Dubai, çöl konut satışı ve yatırımlarla çölün ortasında vaha oluşturdular. Kendi ülkemizde rahatlıkla yaratabiliriz. İyi tanıtımları devlet olarak yapmamız lazım. Bu şekilde 3-5 yılda 15 -20 milyar dolara erişebiliriz. 10 yılda sektöre kentsel dönüşüme 800 milyon TL civarı para harcanması azım. Yapılanları çıkarırsak, şu an 730 milyon daha harcanması gerekiyor. Yabancıya mülk satışı ile bu kaynağı oluşturabiliriz” dedi.
'ARAZİ GİRDİLERİ YÜKSEK SOSYAL KONUT ÜRETEMİYORUZ'
Gayrimenkul sektörüne sanayiden çok oyuncu girdiğini söyleyen Yılmaz, ancak kendilerinin sadece yapı inşa etmediklerini, geliştiricilik, satış-pazarlama yaptıklarını kaydetti. Dünyada kişi başına 1,8 oda düşerken, Türkiye’de bu oranın 0,7 olduğunu ve bu sayının çok düşük olduğunu ifade eden Yılmaz, özellikle büyük kentlerde arazi girdileri çok yüksek olduğu için sosyal konut üretemediklerini vurguladı. Sektörde dinamiklerin hızlı ilerlediğini belirten Yılmaz, “Önümüz açık ama bölgesel sıkıntılar olabiliyor. Bilinçli üretirsek, arz talebe göre hareket edersek, sektör dinamiklerinin önü çok açık. 7 milyon ortalama konut talebi olacak. İnsanlar standartların dışında yerlerde oturuyor. Tabii ki enflasyon bizim sektörümüzde çok daha üzerinde ilerliyor. Arsa da olunca maliyetler şişiyor” diye konuştu.
DİJİTALLEŞMEYE 1.2 TRİLYON DOLAR HARCANDI
'Dijitalleşme Çağında Fırsatlar' oturumunda katılımcılar, endüstri 4.0’ın gündemde olduğu yeni dönemde iş dünyasının önündeki fırsatları konuştu. Moderatörlüğünü CoreStrateji Kurucusu İhsan Elgin’in yaptığı panele; Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali ve Koç Holding CEO’su Levent Çakıroğlu katıldı. CoreStrateji Kurucusu Elgin, araştırma şirketi IBC’nin raporuna göre dünyada şirketlerin dijitalleşmeye 1.2 trilyon dolar harcadıklarını belirtti.
Dijitalleşmeyi 'aracısızlaşma' olarak tanımlayan Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, dijitalleşmeyle bir değer yaratma sürecindeki bazı halkaların gereksiz kaldığını, bunun geçmişteki makineleşme sürecine benzediğini belirtti. Bali, “Bizden sonraki nesiller, biz bankacıları çok iyi mevduat topladığımız için takdir etmeyecekler. Teknolojiyi yakaladığımız için ve teknolojiyi kullanarak işimizi nasıl geliştirdiğimize bakıp bizi değerlendirecekler. ABD’de Silikon Vadisi’nde birkaç senedir bir Ar-Ge merkezimiz var. Çin ve Londra’da da teknoloji ofisleri kuruyoruz. 155 milyon dolar yatırımla bir veri merkezini hayata geçirdik. Bankamızda teknoloji danışma kurulu kurduk” dedi.
'DİJİTAL DÖNÜŞÜM DİSİPLİNLER ARASI BİR KONU'
Şirketlerin kurum içindeki girişimcilerin önünü açmasının çok önemli olduğunu belirten Koç Holding CEO’su Levent Çakıroğlu, “Yerleşik ve hiyerarşik yapılarda bunu gerçekleştirmek daha zor ama bu kültürü kurum içinde yaymak gerekiyor. Dijital dönüşüm bir IT projesi değildir. Dijital dönüşüm disiplinler arası bir konu. Şirketteki tüm fonksiyonları ilgilendiriyor. Şirketin tepe yönetiminin de konuyu sahiplenmesi gerekiyor. Koç Holding olarak üst yönetimi Silikon Vadisi’ndeki bazı etkinliklere gönderip kendilerini geliştirmelerini sağlıyoruz. Çin hem ölçek olarak hem de devlet politikalarıyla önümüzdeki dönem belirleyici aktör olacak. Çin’deki patent başvuruları ABD’nin üç katı” diye konuştu.
TÜRKİYE- AB İLİŞKİLERİ MASAYA YATIRILDI
Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde, Symes-Allianz Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı ve TÜSİAD eski Başkanı Cansen Başaran’ın moderatörlüğünde 'Avrupa’nın Geleceği' oturumu gerçekleştirildi. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin görüşüldüğü oturumda Atlantik Konseyi Kıdemli Üyesi Anders Aslund, Hırvatistan eski Cumhurbaşkanı Prof.Dr. Ivo Josipovic, Siemens Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Hüseyin Gelis ve Birleşik Krallık Türkiye Büyükelçisi Sir Dominic Chilcott söz aldı.
'AB’DE LİDERLİK YOKSUNLUĞU VAR'
Oturumda ilk olarak Atlantik Konseyi Kıdemli Üyesi Anders Aslund’a söz verildi. Burada konuşan Aslund, ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa Birliği gibi çok taraflı kurumlara değil ikili ilişkilere inandığını ve buna göre çalışma yürüttüğünü söyledi. Trump’ın gücünün giderek arttığını söyleyen Aslund, “Son birkaç gündür özellikle pek çok ülkede Trump artık Trump'lığını konuşturmaya başladı. Kendisinin gücü de giderek artıyor. Bu gücü nasıl eline geçirdi Trump? Özellikle Cumhuriyetçi tabandan destek aldı. Trump, pek çok Amerikalı gibi Avrupa’yı anlamıyor. Kendisi ikili ilişkilere inanan bir kişi, çok taraflı kurumlara inanan birisi değil. Pek çok dönemde Trump’ın şunları dile getirdiğini biliyoruz; 'Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’ anlayışını dile getirse de bunu gerçekleştirdiğini görmedik. Diğer yandan AB, açıkçası kendi başına değerlendirilmesi gereken önemli lider olabilecek potansiyelde. Trump her konuda ikili görüşmeler yürütüyor. Özelikle güvenlikle ilgili AB tarafından ABD’den satın alımlar gerçekleştiriliyor. Burada sorulması gereken en önemli soru, 'Acaba AB tek başına hayatta kalabilecek kadar güçlü mü?' olmalı” dedi.
Bütün AB ülkelerinin popülasyonlarında kayıpların olduğunu söyleyen Aslund, bu anlamda Türkiye’nin oldukça şanslı olduğunu dile getirdi. Aslund, “AB ülekeleri göç alıyor, nüfuslar ve halklar ise buna hazır değil. Her iki açıdan da Türkiye’nin durumu çok iyi. Son derece işlevsel piyasaya sahip, genç bir nüfusa sahip. Öte yandan Avrupa’nın ABD’nin gerisinde kalması farklı bir tabloyu karşımıza getiriyor. Örneğin ilk 20 üniversite arasında 16 Amerikan üniversitesi var. Avrupa iyi üniversiteleri olan bölge olsa da önde gelenler arasında sadece 4 üniversitesi var. Ayrıca AB ülkeleri arasında bir gelir eşitsizliği var. Avrupa’nın daha proaktif davranması gerekiyor. Kazan-kazan modelinden farklı modele geçmesi gerekiyor. Bir de liderlik yoksunluğu var. 15 yıl öncesine bakıldığı zaman böyle anlayış söz konusu değildi” diye konuştu.
'TÜRKİYE, AVRUPA ÇERÇEVESİNDE BİR SÜPER GÜÇ'
Hırvatistan eski Cumhurbaşkanı Prof.Dr. Ivo Josipovic de oturumda Türkiye ile Hırvatistan’ın aynı yıl AB üyelik anlaşması imzaladığını söyledi. Hırvastistan’ı bu anlamda bir takaya, Türkiye’yi ise büyük bir gemiye benzeten Josipovic, “2011 yılında AB üyelik anlaşmasını imzaladık. 2014’te üye olduk. AB aslında bir ekonomi projesi olarak değil barış projesi olarak değerlendirilmeli. Hırvatistan da iç savaş yaşamış bir ülkeydi. Onun için NATO ve AB’ye girmesi önemliydi. Bizler AB’de daha fazla genişleme istiyor muyuz, yoksa sınırlara hat çizme dönemi geldi mi diye soruluyordu. Hırvatistan politikası da aslında genişleme politikasını sürdürmekten yanaydı. Türkiye olmadan da AB’nin genişlemesini tamamlamaması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin AB’ye katılımıyla ilgili ise Türkiye kocaman bir gemi, Hırvatistan ise bir taka gibi. Dolayısıyla bazı değişim ve dönüşümler konusunda taka gibi olduğu için hızlı manevralar yapabildi. Türkiye’nin ise büyük bir gemi olması nedeniyle daha hızlı manevralar yapması mümkün değil. Türkiye her anlamda büyük bir güçtür. Toplumu bu cüssesinden dolayı AB’ye uydurması hızlı olmayacaktır. Biz genişleme anlamında özellikle komşularımızın Sırbistan, Makedonya’nın eski Yugoslavya ülkelerinin AB’ye alınmasını istiyoruz. Bu ekonomik olarak büyük katkı sağlayacak. Gelecekte eğer AB ülkelerinde tüm Balkan ülkeleri olursa daha güvenli hissedeceğiz. Umarız AB biraz daha genişler ve Londra’dan Türk sınırına kadar uzanır” dedi.
AB içerisinde ‘Avrupalı’ kimliğinin de öne çıkarılması gerektiğini söyleyen Josipovic, Avrupa’da değerler bütününün ve birçok alanda ortak değerlerin ön plana çıkarılması gerekliliğini dile getirdi. Türkiye’nin AB’ye olan üyeliği konusunda bazı ülkelerin korkuları da olabileceğini söyleyen Josipovic, “Gerek bilim, gerek teknoloji, gerek folklorumuz olsun hepsinin ortak değerini de ortaya çıkarmamız gerekiyor. Kendimi Avrupalı gibi hissetmediğim sürece Avrupalı sayılmam. Bu duruma değerler bütünü olarak bakmamız gerekiyor. Ben kendimi hem Hırvat olarak hem de Avrupalı olarak tanımlayabiliyorum. Türkiye’nin de askeri ve ekonomik verilerine bakacak olursanız Türkiye, Avrupa çerçevesinde bir süper güç. AB içerisinde Türkiye’den korkan ülkeler de olabilir. Türkiye’nin bazı AB standartlarına geçişe istekli olması lazım. Sonuçta bir uyum kaçınılmaz olacak” dedi.
'ÖNEMLİ OLAN ORTAK DEĞERLERE SAHİP OLMAMIZDIR'
Siemens Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Hüseyin Gelis de Türkiye’nin AB’ye olan üyeliği konusuna ister istemez duygusal olarak baktıklarını söyledi. Türk-Alman ilişkileriyle ilgili de konuşan Gelis, Türklerin Almanlarla olan işbirliğinin 200 yıl öncesine dayandığını dile getirdi. Gelis, “Türkiye-Almanya ilişkilerine bakarsak bu 200 yıl öncesine kadar gidebilir. Osmanlı Dönemi'nde bu ilişkiler başladı. Bu ilişkiler sadece tek bir ticari işlem üzerinden gelişmedi. Türk-Alman ilişkilerinin stratejik birtakım işbirliği yürüttüğünü düşünüyorum. Türk-Alman ilişkilerini ele aldığım zaman neredeyse akraba gibi olduk. Almanya’nın başka bir ülke ile bu denli dostluğu yok. Türkiye, AB için çok önemli. Bugün gelişmek için Batı'ya bakıyoruz ve birlikte gelişmek istiyoruz. Hangi kültürel altyapıdan geldiğiniz önemli değildir, burada önemli olan ortak değerlere sahip olmamızdır” diye konuştu.
İkili ilişkilerde dönem dönem çatışmaların çıkabildiğini söyleyen Gelis, “Türkiye-Almanya ilişkileri bakımından bakıldığında Türk sanayi en sofistike otomasyon ve elektrikleşme sistemlerine sahip. Bazen öyle dönemler oluyor ki çatışmalar çıkabiliyor ilişkilerde. Bunlar siyasi çatışmalar oluyor ancak burada en önemlisi sürdürülebilir ilişkiler kurmak” ifadelerini kullandı.
'TÜRKİYE, VAZGEÇİLMEZ STRATEJİK ORTAK'
Birleşik Krallık Türkiye Büyükelçisi Sir Dominic Chilcott ise ilk olarak, İngiltere’nin Brexit süreci sonrası AB ile olan ilişkilerini ve bu durumun AB’ye olan yansımasını değerlendirdi. Brexit’in AB’ye artıları ve eksileri olacağını söyleyen Chicott, şöyle dedi:
“Brexit’in Avrupa Birliği açısından artıları fazla aslında. Birleşik Krallık AB’ye katıldıktan sonra entegrasyona karşı en baştan beri, en şüpheci yapıda olan olmuştu. Brexit sonrası biz bu masanın başında olmayacağız. Dolayısıyla artık şüpheci tutumlu İngiltere olmayacak. Bu da entegrasyonu ileriye götürecektir diye düşünüyorum. Avrupa bölgesinde vergi uyumu konusu vardı. Birleşik Krallık üye olarak kalsaydı kesinlikle buna karşı çıkacaktı. Birleşik Avrupa Devletleri hayalini gerçeğe dönüştürmek istiyorsak Birleşik Krallığın orada olmaması gerekiyor. Zaten bugüne kadar hep yarı içinde yarı dışında olmuştu. Tek paraya da Schengen dolaşım serbestisine de katılmamıştık. Bizim de ayrılmamızın ardından üye ülkeler daha uyumlu hareket edecektir. Uyumu arttıracaktır. AB için bu avantaj olacak. Tabii bazı dezavantajlar da var. AB ortak pazarı, aslında önemli bir kısmını kaybedecek. 19 küçük ülkenin ekonomisinden daha büyük bir payı kaybedecek. En önemli finansal merkezlerden biri olan Londra’yı kaybedecek AB. AB’nin aslında tacı orada olmayacak. Diğer ülkeler de bunu kullanmak, bundan istifade etmek istiyorlar. İngiltere ve Fransa’nın ordusu en büyük ordular içerisinde. Brexit sonrası bir tane önemli ordu kalacak AB’de. Gelişme politikalarıyla ilgili biz Birleşik Krallık olarak gelişmeyi hep destekledik. Özellikle daha fazla genişleme vizyonu olan AB’de Birleşik Krallığın olmaması büyük kayıp olacak. Bu süreçten sonra AB ile ilişkilerimizin kültürleşeceğini ve AB’nin çökeceğini düşünmek büyük bir hata.”
Kendisine yöneltilen “Türkiye-AB arasındaki ilişlerde normalleşme bekliyor musunuz?” sorusuna cevap veren Chilcott, “Türkiye’nin AB ile ilişkileri iyileşebilir mi? Evet iyileşebilir eğer siyasi irade olursa. Türkiye, AB’ye katılımla ilgili siyasi iradesini sürdürecektir diye düşünüyorum. Gümrük Birliği var. Vizesiz dolaşım serbestisi konuları tartışılıyor. Yakın vakitte iki tarafta da iyi niyet olursa bu konular aşılır diye düşünüyorum. Türkiye’nin aynı zamanda Avrupalı da olduğunu düşünüyorum. Üyeliğini sürekli destekledik. Uzun vadede belirli bir yol çizildi. Türkiye de bu yol üzerinde ilerleyecektir. Kazan-kazan süreci gibiydi bizim için ama yine de Türkiye’yi gerçekten vazgeçilmez stratejik ortak olarak değerlendiriyoruz. 3.5 milyon mülteci Türkiye’de. PKK ve YPG terör örgütlerinden gelen saldırıların da farkındayız. Muazzam baskılar var. Bunların Türkiye’ye ne kadar yük getirdiğini de biliyorum. Türkiye aslında problemlerin göbeğinde. İlişkilerimizi Türkiye ile artırmamız lazım. Turizm ve teröre karşı birlikte çalışmamız lazım. Gelecek ne gösterir bilinmez ama bunun önemli bir kısmı yeni ticaret anlaşmalarıyla şekillenecek. Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği anlaşması var. He iki hükümetin de ticari hacmi artırma amacı var. Bunu da başarabileceğimizi düşünüyorum" diye konuştu.
'TAM ANLAMIYLA İŞİMİZ BİTMİŞ DEĞİL'
Uludağ Ekonomi Zirvesi'nde 'Yarının Şirketi' başlıklı oturum Alternatif Bank Yönetim Kurulu Üyesi ve Ceosu Kaan Gür moderatörüğünde yapıldı. Oturumda, Borusan Holding Ceosu Agah Uğur, Eczacıbaşı Ceosu Atalay Gümrah, Parthenon EY Birleşik Krallık Başkanı Philip Dunne, Türk Telekom Ceosu Paul Doany, TAV Havalimanları Holding İcra Kurulu Başkanı Sani Şener konuştu.
Şirketlerin geleceği ile ilgili değerlendirmede bulunan Parthenon EY Birleşik Krallık Başkanı Philip Dunne, hala müşterinin olacağını, ürün ve hizmet geliştireceklerini, üretimden teslimata kadar insan hayatına değer katacak her şeyin olacağını belirterek, bunlar için bilgi, beceri ve deneyim gerekeceğinin altını çizdi. “Tam anlamıyla işimiz bitmiş değil” diyen Dunne, şöyle konuştu:
“Tam anlamının altını çiziyorum, çünkü iki önemli nokta var. Mutlaka geleceğin şirketlerinin liderlerinin düşünmesi gereken dijitalleşmeyi tartıştık. Önemli bileşenlerden birisi, veri tsunamisi olması. İkinci önemli nokta jeopolitik istikrarsızlığın her yerde olması. ABD reformundan terör saldırılarına, Çin’in endüstriyel politikalarına kadar küresel faaliyetler oluyor. Şirketlerin değişen siyasi olaylara ayak uydurması gerekiyor. Tarihsel bağlamda bakarsak, pek çok veri analiz ile başlarsınız, ‘Ne talep ediyor? Piyasa ne talep ediyor?’ sorularını sormuşsunuzdur. Gelecekte de bu olacak. Veri fark edecek. Mesela perakende şirketleri bazında strateji geliştirirken, performansı geriye dönük bakacaksınız. Avro bazında bakacaksınız, 3 aylık geçmişe dayalı olacak. Dikiz aynasında bakar gibi etki söz konusu. Her bir AVM etrafında araç park ediyor. Algoritma oluşturuluyor, gerçek zamanlı veriler oluşuyor. Ötesine taşımamız gerekiyor. Mesela yapay zeka öngörür nitelikte verilerle yaklaşırsanız, kurumlar bazında dikiz aynasından bakarsanız, kaybedersiniz. Gelecekte bu önemli. Hepimiz Excel tablosu ile büyüdük. Excel’in ötesine geçmek lazım. Aklımızın yetmediği yeni programlar var. Analiz değişen, dönüşen bir şey jeopolitik düşünmeyi geliştirme ve strateji geliştirme geleneksel yöntemde lineer yöntem izleniyordu. Biraz sistemi dengeleri bozan neyse onu fark etmek gerekiyor. Burada da dijital teknolojiler devreye giriyor.”
40 YAMA LİDERLİK MODELİ
İlham veren lider olabilmek için yapılması gereken en önemli kalkınmanın sürdürülebilir olması gerektiğini vurgulayan Dunne, bir sonraki jenerasyon babında parçacıklı pek çok şeyin bir araya geldiği 40 yama liderlik modelini geliştirmesi gerektiğini kaydetti. Dunne, “Çeşitlilik ne kadar olursa, o kadar iyi karar alınırdan hareketle planlama yaparken, ilham verenden ziyade teknik konuları anlayan insanlar olması gerekiyor. Önümüzdeki nesle baktığımıza bilgi becerili deneyimlerini geliştirebilecek fırsatlar sunuyoruz. Batıda en önemli sorun ise yetiştiriyorsunuz, eğitiyorsunuz başka yere gidiyor. Beyin göçünün önüne geçmek gerekiyor” dedi.
YAPAY ZEKA
Ofisinde robot ile çalıştığını söyleyen Dunne, bunun yapabileceklerinin sınırlı olduğunu kaydetti. Bir sonraki hafta gideceği bir toplantı için öğrencilerinden araştırma yapmasını istediğini belirten Dunne, “20 sayfa raporla bunu sunun diyorum. Mezunlarım bunu 4-5 günde yapıyorlar. Robot ile tek butona basarak, bunu talep edince mezunların yaptığını yüzde 95 kalitesinde, 20 saniyede alabiliyorum. Yapay zeka önemli ama ilham veren lidere dönüştüremezsiniz” diye konuştu.
GEÇMİŞİ İRDELEMELİYİZ
TAV Havalimanları Holding İcra Kurulu Başkanı Sani Şener, geleceğe bakmak için geçmişi irdelemek gerektiğini inandığını belirterek, “Sanayi 4’ü konuşuyoruz, ama öncesini de konuşmamız gerekiyor. Bugüne kadar bilim ile zanaatı kim birleştirmişse gelişmiş, varlıklı olmuş. Sümer, Babil, Grek, Osmanlı İmparatorluğu ne zaman bilimle teknolojiyi birleştirmiş, gelişmişler. Şimdi firmalarımızı nasıl konumlayacağız. Hepsini bitti gözüyle bakamayız, süratini incelememiz gerekiyor. Biz, havayolu işi yapıyoruz. 50 milyon yolcuya ulaşmamız, 66 yılı almış. Otomobilin bu orana ulaşması 62 yıl, elektrik 42, televizyon 22 yıl almış. İnternet 7 yıl, Facebook 4 yılda, Twitter 2 yılda ulaşmış. Bu hıza çok iyi ayak uydurmamız gerekecek. Taş devri, taşlar bitti diye bitmedi. Bunlar devam ediyor. Dünyanın yüzde 17’sinde hala elektrik yok. 58‘i internet kullanmıyor. Buralarda da iş yapacağımız için geleceğin şirketini konumlarken, bunu da dikkate almalıyız” dedi.
ŞİRKET KÜLTÜRÜ ÖNEMLİ
Bir şirket için 3 ana unsur bulunduğunu dile getiren Şener, “Birincisi insan kaynakları, ikincisi olduğunuz işin tekniği, üçüncü finansman. İnsan kaynakları için eğitime çok önem veriyoruz. 39 değişik pasaportla çalışanımız var. Kültür karmaşası var. Kültür çok önemli. Küreselleşmeye baktığınızda bilgiyi transfer edebilmiş, sermaye teknoloji olmuş, ama kültür olmuyor. Biz şirket kültürü yarattık. Bizim insanların gelişmesine çok katkıda bulunuyoruz” şeklinde konuştu.
ESAS YETENEK BULMAK ÖNEMLİ
Mezun olunca diplomanın 4 yılda biteceğini söyleyen Şener, şunları söyledi:
“Marka olan üniversite var, olmayan var. 18 ile 22 yaş arasında okuduğunuz bölüm, iş hayatınızı etkileyemez. Her 4 yılda diplomanızı yenilemeniz lazım. Bizim şirket için de bu geçerli. Onun için buna çok önem veriyoruz. 4’üncü sanayi devriminde yetenek ve sermaye çelişkisi çok önemli olacak. Sermaye buluyorsunuz artık. Yatırımcı geliyor, veriyor. Esas yeteneği bulmak gerekiyor. Türkiye’de özelleştirme sonrasında herkes her işi yapıyor. Bir şirkette birbirleri ile alakası olmayan insanları kabul edemiyorum. Apple enerji işine giriyor mu? Microsoft otel işine giriyor mu? Türkiye’de herkes, her işi yapıyor. Biz sadece kendi işimizi yapıyoruz. İşimize odaklanıyoruz. Onun için inovasyon yapıyoruz. İşe kafayı takmak önemli.”
YAŞ GRUPLARINDAKİ HAREKET BENZERLİĞİ
Borusan Holding Ceosu Agah Uğur, kuşaklar arası farklar ile ilgili çok fazla araştırma bulunduğunu belirterek, “Aslında aynı yaş gruplarında benzer hareketlerde bulunuyorlar. Liderlik hırsı, uyum sağlama becerisi, girişimcilik becerisi ve hırsı ‘x, y, z’ fark etmiyor. Kişileri kategorize etmemeyi tercih ediyorum” şeklinde konuştu. Yeni nesil gençlerin farkı bulunduğunu belirten Uğur, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Teknolojinin içinde üretiyor. Kendine güveni fazla ve bilinçli kariyer yaklaşımında bulunuyorlar. Parça parça eksik tamamlama, deneyimlere önem veriyorlar. Deneye yanıla, yapmak istedikleri ve istemediklerini belirliyorlar. Bu öncesine göre değişik. Yaptıkları her şeyde anlam arıyorlar. Firmalarla anlam bütünlüğünde buluşmak istiyorlar. Çok karlı, büyüme olması önemli değil. Firmada verdiği değerlere ve gittiği yola bakıyorlar. Yine de bir şey değiştirmiyor. Liderlik şekli 20 yıl önce de 30 yıl önce de aynı. İlham veren lider herkesten önce ve farklı, ileriyi görebilen, ona tutku ile inanan, yaşayan ve yaşattığı vizyonu beraber yola çıkacaklara anlatan, onları tutku ile dolduran insan. Bu liderler çok daha az aslında. Biz ilham veren liderleri patron olsun, profesyonel olsun, yaratmak ve yaşatmak zorundayız. Ben vaktimin büyük kısmını buna ayırıyorum.”
İnovasyon kültürünün önemine işaret eden Uğur, burada iki unsurun mutlaka olması gerektiğini kaydetti. Burada başarı yakalamak için aç olmak ve ikincisini ise stratejik olarak açlık olarak değerlendiren Uğur, kendi şirketlerinde de başkanlığını yaptıkları 2024 vizyonunu kapsayan bir grup oluşturduklarını açıkladı.
DEĞİŞMEYEN BÜYÜK BEDEL ÖDER
Türk Telekom Ceosu Paul Doany, artık şu anda ileriyi görmenin sıkıntılı olduğunu belirterek, “Eylül 2016’da Türk Telekom’a döndüm. IT’cilerle çalışıyordum. Motive etmek için mail attım. Herkesin 10 yıl içinde lider olabileceğini söyledim. Liderseniz, kendi kaderinizi kontrol edebilirsiniz, bundan dolayı sizle çalışacaklara liderlik yapabilirsiniz. Mevcut şirket olarak şirketinizin herkesin başına ne geleceğini, değişmezse anlaması lazım. Herkesin böyle mantalitesi olması lazım. 5 yıl olabilir, 10 yıl olabilir, sonrasında ne yapacaklarına karar vermesi lazım. Teknolojinin ilginç yanı bu. Mevcut şirketlere değişim fırsat sunuyor. Değişmezse büyük bedel ödüyor. 5 yıl sonra dünyada aslında çok küçük küçük projeler olacak. Bir şirkete yapılan her türlü disipline ihtiyaç var” diye konuştu.
Şirketlerin proje ekibinin ilham verici olması gerektiğini belirten Doany, “Liderlerden oluşması önemli. Liderlik meselesi bu şirketin değişim, dönüşümü açısından önemli. İşbirliğine yönelik yapı olması hiyerarşik yapıdan ziyade” dedi.
BAKIŞ AÇISI DEĞİŞTİ
Eczacıbaşı Ceosu Atalay Gümrah da Türkiye’de eskiden holdinglerin bakış açısının farklı olduğunu belirterek, 90’lardan itibaren uluslararası bakış açısının oluştuğunu kaydetti. Eczacıbaşı’nın 4 sektörde 47 şirket ile faaliyet gösterdiğini söyleyen Gümrah, “2017 başında portföy analizi yaptık. Güçlü yönlerimizi ele aldık. 2040’da ne olacak. Rakipler kim? Bizim nerede kazanma hakkımız olur? Hangi coğrafyada etkin oluruz’ kararını vererek ilerledik. Stratejik portföyümüzü yönetiyoruz. Hissedarın tercihi değer yaratmakla belli alanda yeniden yapılanmayla ise o zaman yatırım sermayesi şeklinde de şekillenebilir. Hissedar ve kuruluşun hangi kaslarını güçlü hissettiği global pazarlarda rekabet ile ilişkili bir durum. Geleceği iyi öngörüp, buna göre şirket kaslarını güçlendirmek gerekiyor” diye konuştu.
EN KIT KAYNAK YETENEK
Geleceğin hedef olmadığını vurgulayan Gümrah, “Satış hedefi diyorsunuz sayı belli, zaman belli. Önemli olan kendi içimizde işlerimiz ile ilgili geleceği nasıl tanımlarız. Topluluğumuzda kurduğumuz ‘future fit’ var. Yetenek havuzu diyebilirsiniz. Bunlardan bir kısmı başka kuruluşlara nasip oluyor. 150 arkadaşımız her kademede geleceğe hazırlıyoruz. Gelecek fırsat ve tehditlere yönelik hazırlık yapması için oluşturuyoruz. Rekabete önem veriyoruz” dedi.
Yeni başlattıkları inisiyatif yönetim grubuna aday olabilecek 40 kadın çalışanın kariyer yolculuğunu hızlandırmaya çalıştıklarını söyleyen Gümrah, “Arkadaşlarımızın kariyer yolculuğunu hızlandırmaya çalışıyoruz. En kıt kaynak yetenek. Bunu bulmaya, yetiştirmeye, tutmaya çalışıyoruz” diye konuştu.
'SAĞLIĞIN GELECEĞİ' TARTIŞILDI
Ziraat Emeklilik’in sponsorluğunda gerçekleşen ‘Sağlığın Geleceği’ oturumunda, daha iyi performans gösteren ve sürdürülebilir bir sağlık sistemi için gerekli olan bileşenler, dünyanın önde gelen bürokratları ve Türkiye’den sektör temsilcileriyle birlikte tartışıldı.
Moderatörlüğünü Cisco Türkiye Genel Müdür Yardımcısı Hülya Güven’in yaptığı oturuma, Hollanda Sağlık ve Spor eski Bakanı Ab Klink, Federal Almanya Cumhuriyeti Sağlık eski Bakanı Daniel Bahr, Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, Philips Türkiye CEO’su Haluk Karabatak katıldı.
ARZ TALEBİ BELİRLİYOR
Panelde ilk konuşmayı yapan Federal Almanya Cumhuriyeti Sağlık Eski Bakanı Daniel Bahr, sağlık piyasasında diğer piyasalardan farklı olarak talebin arzı değil, arzın talebi belirlediğini söyledi. Dünyada hiçbir ülkede mükemmel bir sağlık sistemi olmadığını söyleyen Bahr, en önemli konunun nüfusun mümkün olduğu kadar sağlıklı kalabilmesi olduğunu belirtti. Kronik hastalıklara sahip insanların tıptaki yeni gelişmeler sayesinde ömürlerinin uzadığını, ancak bunun büyük bir maliyet oluşturduğunu ifade eden Bahr, hastalıklara odaklanmak yerine sağlıklı kalmaya odaklanmak gerektiğine dikkat çekti. Bahr, “Türkiye’nin yerinde olsam e-sağlık konusuna yatırım yapardım. Gerekli bilgi akışının doğru yapılması sayesinde doğru hastaya doğru tedavi uygulayarak tasarruf edebilirsiniz” dedi. Almanya’da gereğinden çok daha fazla sağlık harcaması yapıldığını söyleyen Bahr, bunu sürdürülebilir bulmadığını belirtti.
GEREĞİNDEN FAZLA TEDAVİ ZARARLI
Hollanda Sağlık ve Spor eski Bakanı Ab Klink ise Hollanda’da maliyetleri daha iyi yöneterek kaliteli sağlık hizmeti vermeye yönelik bir proje yürüttüklerini ve bu sayede tasarruf sağladıklarını belirtti. Klink, “Gereğinden fazla tedavi uygulamak sadece gereksiz harcamaya neden olmuyor, vatandaşların sağlığı açısından da zararlı” dedi. Türkiye’deki sağlık gelişimiyle ilgili OECD raporlarına baktığını belirten Klink, Türkiye’de çok önemli bir gelişim olduğunu ancak dijital dönüşüme giderken dikkatli olunması gerektiğini ifade etti. 'Teknolojideki gelişmeler sayesinde hastalığımın erken teşhis edilmesini sağlarsam hastalıkla daha iyi mücadele ederim' diye düşünen vatandaşların sistemde aşırı yük yarattığını belirten ve bunun da maliyetleri iki katına çıkardığı yönünde uyarı yapan Klink, erken teşhisin önemli olduğunu, ancak sağlıkta asıl başarının sağlıklı yaşam tarzlarının geliştirilmesiyle mümkün olabileceğini kaydetti.
SİSTEMİN DEVAMI İÇİN DOĞRU FİYATLANDIRMA ŞART
Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın ise 2003 yılından itibaren Türkiye’de şehir hastaneleri projesinin başladığını aktararak, Sağlık Bakanlığı ile aralarında geliştirdikleri iş modelini anlattı. Akın, yatırımcı ve devlet tarafının ihtiyaçlarının karşılıklı olarak tanımlanmasının ardından çok efektif bir biçimde çalışan model dahilinde öncelikle bina inşa ederek Sağlık Bakanlığı’na kiraya verdiklerini, ayrıca o binanın 25 yıl boyunca tüm hizmetlerini yürüttüklerini belirtti. Akın, “Sistemin devam etmesi için fiyatlandırmanın doğru yapılması gerekiyor. Devletin hakkı devlete, şirketin hakkı şirkete prensibi işletilirse bu model sürer” dedi.
CEPTE TAŞINABİLECEK ULTRASONLAR OLACAK
Philips Türkiye CEO’su Haluk Karabatak ise sağlık teknolojilerine önemli yatırım yaptıklarını belirterek dünyadaki sağlık trendlerinin benzerlerinin Türkiye’de de görüldüğünü aktardı. Karabatak, yüksek yaşlanma oranı, kişisel bakımın artan önemi ve teknolojideki yükseliş konularının sağlığın gelecek 50 yılını belirleyeceğini ifade etti. Karabatak, “Sağlık sektörü bugüne kadar normalde talep ettiğimiz servisler dışında teknolojilerle donatılacak. Cepte taşınabilecek ultrason cihazları olacak. Mekandan bağımsız, doktorun o mekanda olmadığı sağlık hizmetleri geliştirilecek. Birbiriyle konuşan akıllı cihazlar sayesinde bugünkü sağlık hizmetinin verilme tarzı tamamen değişecek. Cerrahlar ameliyathaneye bile gitmeden uzaktan cihazları yöneterek ameliyat yapar hale gelecekler. Bu tip uygulamalar da verimliliği çok daha fazla artıracak” diye konuştu. Karabatak bu gibi gelişmelerin hukuki altyapısının oluşturulmasıyla sağlık teknolojisindeki değişimin destekleneceğini ifade etti.